NEDEN AK PARTİ ?
1987 Mart 24...İstanbul' da ilk günüm. İstanbul doğduğum yer değil, fakat artık bu kenti de yaşamak zorundayım. Çok şaşkınım; musluklardan su akmıyor, hava bulanık, sisli... Bulaşık ve çamaşır yıkayamıyorum; su yok! !”
1987 Mart 24...İstanbul' da ilk günüm. İstanbul doğduğum yer değil, fakat artık bu kenti de yaşamak zorundayım. Çok şaşkınım; musluklardan su akmıyor, hava bulanık, sisli... Bulaşık ve çamaşır yıkayamıyorum; su yok! Eve su getirebileceğim en yakın yer, bir saatlik mesafede orman içinde bir çeşme. Kocaman plastik kutularda kadınlar, erkekler hatta çocuklar bile su taşıyor. Ağlamak istiyorum: “Neden geldik ki buraya!”
Akşama doğru hiç alışık olmadığım bir tuhaf duman çöküyor havaya; zaten gönlüm kararmış büsbütün karamsarlaşıyorum.
Aylar gelip geçiyor ben ve diğer insanlar hala uzaklardan su taşıyoruz. "İstanbul dedikleri buysa" deyip İstanbul'a kızıyorum. Siyasetle uzaktan yakından alakam yok o dönemde; İstanbul'u bu hale getirenleri o nedenle bilmiyorum.
Bir şeyler ters gidiyor yaşadığım kentte: Çöp dağları patlıyor, çığ düşmüşçesine çöplerin altında insanlar evler eziliyor, yok oluyor. Musluklardan su akmıyor, haftada bir iki saat su veriliyor o da mor renkli bir sıvı. Koskoca kent kararmış, oksijen yok. İnsanlar dışarı çıkınca zehirlenmekten korkuyor. Tam da bu sırada Ak Yüzlü Bir Adam diyor ki: “Ben bu İstanbul'u ıslah ederim. Her gün musluklarınızdan tertemiz su akar; havayı da temizlerim, yeşili de çoğaltırım, ormanları çoğaltırım, çöp dağlarını yok ederim.”
İşte bana sıkıntı veren her şeyi düzelteceğini söyleyen bir insan, ona güveniyorum. İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkan Adayı Recep Tayip Erdoğan'ın ismi altına mührümü basıyorum. (Bu cümleyi yazarken, bunca yıl Sonra yine ürperdim. Allah seni başımızdan eksik etmesin Başbakanım.) Benim gibi düşünen birçok İstanbullunun oyuyla artık Recep Tayip Erdoğan İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanıydı. Bizlere verdiği sözleri fazlasıyla tuttu, İstanbul' un yüzü ağardı. İnsanlar rahat nefes almaya başladılar; yeşil çoğaldı, çöp dağlan yok oldu. Artık sohbetlerimizde Recep Tayip Erdoğan ismi hiç eksik olmuyordu. "Bu adam bir Başbakan olsa Türkiye de böyle nefes alır", diyorduk.
Sonra bir şiir okudu, bunca güzel, bunca temiz, bunca iyi niyetli işler yapan bu güzel insan. Tilki kurnazlığıyla bir şeylerin kokusunu almaya başlayan bir tuhaf zihniyet, "Sen bunca güzel işleri yapar da insanlara güven verirsen, bunlar yarın bir gün seni Başbakan da yaparlar. Sen gir bakalım hapishaneye, bu ülkeyi biz yönetiriz, Millet de kaderini çeker." deyip, Recep Tayip Erdoğan'ı mahkum ettiler. Onlar Tayip Erdoğan'ı hapse attıklarını sanıyorlardı, oysa biz onunlaydık gece gündüz; ona yazdığımız mektuplarla, dualarımızla hep onunlaydık.
İlk mektuplara şöyle başlanıyordu: "Selam sana Başbakanım…! Hapishanedeki ilk gününde seninleyiz ve hep seninle olacağız." Belki kendisinin hiç aklından geçmemişti Başbakan olmak ama o artık yalnızca İstanbulluların değil tüm Türkiye'nin Recep Tayip Erdoğan'ıydı. Millet onun üzerine oynanan ayak oyunlarını görmüş, o korkuyla karışık telaşı sezmiş ve henüz hapisteyken onu Başbakan ilan etmişti.
Aylar geçti ağır ağır... Sayılı gündür çabuk geçer dedik ve işte gün bugündür! O artık özgür! Uzaktan yakından güzel şeyler duyuyoruz. Ak Parti oluşum aşamasında, umutlanıyoruz. Adeta yaklaşan dev bir sevinç yumağının çilelerini oluşturmak için yarışıyoruz; çalışıyoruz, çalışıyoruz, çalışıyoruz…! Sabah çıkıyorum evden, her kesimden insan var üye yaptığım. Dedeler, nineler ağlıyorlar, ona dua ediyorlar, "Kuzumuz o bizim, Recep'imiz" diyorlar. Beni de öpüyorlar, "Çalış kızım!" diyorlar. O karanlık zihniyet de çalışıyor. Bu arada Milletvekilliği engelleniyor. Biz "Artık yeter el insaf diyor ve ağlıyoruz. O bizi duymuşçasına o gür sesiyle bir sabah televizyonlardan "Yeter..! Söz Milletin!" diyor. ( İşte yine ağlıyorum )